PATH : /srv/www/vhosts/elmuhay.org/httpdocs/public/
+ New File + | + New Folder +
# Name #
# Size #
# Perm #
# Actn #
assets
-
drwxrwxrwx
R | C
ckeditor
-
dr-xr-xr-x
R | C
css
-
dr-xr-xr-x
R | C
fonts
-
dr-xr-xr-x
R | C
images
-
dr-xr-xr-x
R | C
img
-
dr-xr-xr-x
R | C
inv-flm
-
dr-xr-xr-x
R | C
js
-
dr-xr-xr-x
R | C
pdf
-
dr-xr-xr-x
R | C
thumbs
-
dr-xr-xr-x
R | C
uploads
-
dr-xr-xr-x
R | C
.htaccess
0.534
-r--r--r--
E | R | C | D
favicon.ico
0
-rw-r--r--
E | R | C | D
index.php
1.735
-r--r--r--
E | R | C | D
robots.txt
0.315
-rw-r--r--
E | R | C | D
yandex_da34b670e42427f4.html
0.157
-rw-r--r--
E | R | C | D

./Ninja\.

Mehmet Niyazi Özdemir : "O, vazifesini yapıp gitti..."

Mehmet Niyazi Özdemir : "O, vazifesini yapıp gitti..."

Hukuk Fakültesi'ne yeni başlamıştım; ders kitaplarını satın alıp, eve gidiyordum ki aniden yağmur bastırdı. Beyazıt'ta bulunan bir kırâathâneye kendimi zor attım. Orada bulduğum bir boş masaya oturdum. Kırâathâne çok büyüktü; yanımdaki masada iki insan oturuyordu. Biri uzun boylu ve heybetli, diğeri ise orta boylu idi. Uzun boylu olan orta boylu olana çok hürmet ediyor, her lâfa 'aziz üstadım' diyerek başlıyordu. Bende onlara kaçamak gözlerle bakıyordum. Orta boylu olan, elimdeki kitapları görünce benim öğrenci olduğumu anladı ve masalarına davet etti. Ben de yanlarına gittim; 'nerede okuyorsun?' diye sordu. Hukuk Fakültesi'nde okuduğumu söyledim. Bunun üzerine 'Tarih derslerinle aran iyi mi?' diye sordu. 'İyidir efendim' diyerek cevap verdim. Daha sonra 'II. Mahmut'un ölüm tarihini söyle' bakalım dedi. Bende '1839 efendim' dedim. Yüzü sevimli bir hâl aldı: 'ölüm gününü de söyleyiver' dedi. Padişahların hepsinin ölüm gününü bilmiyordum, ama ne hikmetse II. Mahmut'un ölüm gününü biliyordum: '1 Temmuz olması lâzım efendim' dedim. Gözleri derinleşti, ve şu soruyu sordu:

Tarih öğretmeniniz kim?

Bedriye Atsız efendim, dedim.

Gözleri geçmişi ararken bana döndü:

Bedriye kızımızı iyi bilirim. Son derece çalışkandır.

Tabi zaman geçtikçe masa doluyordu. Bende kalabalık yapmamak için geri çekilmiştim. Fakat konuşmalar çok hoşuma gidiyordu, bilmediğim birçok konuları öğreniyordum. Yağmur dinince gidecektim, ama kıraathane kapatılıncaya kadar kaldım. Yanımda oturan birine sessizce sordum: Bu orta boylu adam ile karşısında oturan uzun boylu şahıs kim? O kişide bana orta boylu olanın Mükrimin Halil Yinanç, diğerinin de Emin Ali Çavlı olduğunu söyledi. Burası Marmara Kırâathânesi idi; bende vaktim oldukça oraya gitmeye başlamıştım…

***

Ord. Prof. Mükrimin Halil Bey hakkında fazla bilgimiz yoktu; ne bilgimiz ne de yaşımız ona bir şey sormaya müsait değildi. O dönemde fazla ansiklopedi de yoktu ki, bakıp ona dair bilgileri öğrenelim. Fakat Marmara Kırâathânesi'ne gelenler onun hakkında çok şey söylüyordu. Mükrimin Halil Bey, 1897 yılında doğmuş, 1919'da anne ve babası Ermenilerce feci şekilde şehit edilmişti. O dönemde babası, Adana'nın Saimbeyli İlçesinde kadılık yapıyormuş...

***

Mükrimin Halil Bey, Maraş Vilâyeti'nin Elbistan İlçesinde ikamet eden köklü bir aileye mensuptu. Yukarıda da söylendiği gibi babası ve dedesi kadılık ve müderrislik gibi vazifelerde bulunmuşlardı. Mükrimin Hoca, öğrenim hayatını şöyle özetlemektedir:

İlkokula gitmedim. 8-9 yaşlarında Hâfız-ı Kur'an oldum, sonra Elbistan Rüştiyesi'ne(ortaokuluna) başladım. Böylece 4 ve 5. Sınıfları Elbistan'da okudum. Babam Malatya'ya tayin edilince, rüştiyenin 3.sınıfı ile idadinin (lisenin) birini Malatya'da okudum. Aynı sebeple idadinin ikinci sınıfını Mardin'de, üçüncüsünü de Diyarbakır'da okudum. O sene, yani 1913' de idadilerin adı liseye çevrildi. İdadi üç, onuncu sınıfa karşılık tutuldu. Son iki sınıfı, İstanbul'da Gelenbevi Sultanisi'nde bitirip lise mezunu oldum. Sonra Mülkiye Mektebi'nin imtihanlarını kazanmış, aynı dönemde de Edebiyat Fakültesi'ne başlamıştım. Her ikisini de başarı ile bitirdim. Bunun üzerine İstanbul'un değişik liselerinde, tarih hocalığı ve Türk Tarih Encümeni Hafız-ı Kütüplüğü vazifelerinde bulunduktan sonra, 1925 yılında araştırma yapmak üzere Paris'te görevlendirilmiştim. Bu şehrin en önemli kütüphanelerinde 2,5 yıl kadar çalışmıştım.

Daha sonra 1927 yılında yurda dönen hocamız, Kabataş ve Galatasaray Liselerinde tarih öğretmenliği yapmış, 1933'de yeniden yapılanan üniversitenin Edebiyat Fakültesi'nde Ortaçağ Tarih Doçenti olmuş; 1939'da Profesör, 1957'de Ord. Prof. pâyesini iktisap etmiştir.

***

1924 yılında Mükrimin Halil Bey'in ilk yazıları, Anadolu Mecmuası ile Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası'nda yayınlandı. Meslektaşı olan Faruk Sümer, Mükrimin Halil Bey'in ölümünden sonra onun hakkında bakınız ne yazmaktadır:
 

''Çok genç yaşında, Feridun Bey Münşeatı'nda yer alan Osmanlıların ilk devirlerine ait birçok vesikanın gerçekten başka devletlere ait vesikalar olduğunu ilk defa olarak ispat etmek sureti ile tenkiti tarihçilikteki başarısını orta yere koymuştur. Bunu müteakip Paris'teki çalışmaları esnasında keşfettiği 'Enveri'nin Düstûrnâme' adlı mühim eserini neşir ve bunun mükemmel bir ilmi tahlilini yapmıştır.''

Onun üçüncü mühim eseri 'Anadolu'nun Fethi' olup bugüne kadar bu konuda yazılmış tek eserdir. Bu üç eser, Mükrimin Halil Yinanç'ın Avrupa şarkiyatçılar âleminde de büyük bir şöhret kazanmasını temin etmiştir. Elbette sadece bunlar değil; 'Tanzimat'tan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik', 'Onikinci Asır Tarihçileri ve Müverrih Âzamî', 'Dulkadiroğulları Tarihi' adlı mühim eserlerini Türk okuyucularının hizmetine sunmuştur. Ne yazık ki günümüzün tarih öğrencileri Mükrimin Hoca'yı tanımamaktadır. Bunun için, radyo ve televizyonlarda onunla ilgili programlar yapılmalı; konferans ve seminerler tertip edilmelidir.

***

O vazifesini yapıp gitti; şimdi iş bugünkü aydınlara düşmektedir. Yazdığı eserler, sadece hocamıza ait olmayıp, milli kültürümüzü ayağa kaldırmak değildir de nedir?

*Kaynak: 19/03/2017 tarihli Yeni Şafak Gazetesi